Yargıç kararlarının hukuka aykırılığıyla ilgili soruna yargı organı kendi yapısallığı içinde çözüm üretmek ve hukuka aykırı davrananları sistem dışına atmak zorundadır. Böyle bir cesareti bulamayan yargı organı, varlığını yadsımış olur. Bu nedenle yüksek yargı yerleri ve Hâkimler ve Savcılar Yüksek Kurulu kendiliğinden harekete geçmelidir.
Hukuk devleti, devletin veya kamu görevlilerinin yapacakları haksızlıklara / yasadışılıklara karşı yurttaşı korumak üzere geliştirilmiş bir toplumsal barış ve güven projesidir. Devlet gücünü elinde tutanların, bu gücü kötüye kullanma eğiliminde oldukları tarihsel gerçeğine uygun olarak geliştirilen kuvvetler ayrılığı ilkesiyle, yargı kurumuna yürütme ve yasama işlemlerini denetim görevi ve yetkisi tanınmış, kamu gücünün kötüye kullanılmasının önlenmesi amaçlanmıştır.
Ancak hukuk devleti kavramı, salt yargı organı ve yargıçları bulunan bir devlet anlayışına indirgenemez. Bir hukuk devletinde, öncelikle devlet adına yetki kullanan kamu görevlilerinin "hukuka" uygun davranmaları, her türlü devlet iş ve işleminin, hukukun öncelikli ve üstün sayıldığı bir anlayışla ele alınarak yürütülmesi doğal bir süreç olarak görülür.
Yurttaşların, devletin / kamu uygulamalarının hukuka uygun olmadığından kuşku duymaları halinde ise yargı denetimine başvurma haklarının olduğu, böyle bir olanağı her zaman kullanabilecekleri bir ortamı hazırlamanın da yine devletin görevi olduğu bilinir. Kısaca, bir hukuk devletinde hukuk, sorun yargının önüne gelmeden önce varlığını gösterir ve yurttaşlar, hukuksal güven içerisinde oldukları duygusunu her aşamada yaşarlar.
Hukukun üstünlüğü
Oysa ülkemizde, devlete ait iş ve işlemlerin hukuka uygun yürütülmesi yerine, haksızlığa uğrayan kişinin hak arama olanaklarına sahip olması ve bu hakkı kullanabilmesi olarak algılanan bir hukuk devleti anlayışı yerleşmiştir. Bu anlayış, devleti kutsallaştıran ve hukukun üstünde gören bir düşüncenin ürünüdür. Bu nedenle, kendisini devletle özdeşleştiren kimi kamu görevlileri kendilerini hukukun üstünde ve dışında görmekten çekinmezler.
Uygulamaları da bu yönde olur. Böyle eksik ve eskimiş bir hukuk anlayışının, hukukun üstünlüğü ile bağdaşmadığını söylemek bile gerekmez.
Hukuk devleti ile ilgili olarak ikinci bir yanlış kavrayış daha bulunmaktadır. Sanılıyor ki, bir işlemi savcı veya yargıç gerçekleştiriyorsa o işlem hukuka uygundur ve bu anlamda dokunulmazdır. Oysa hukuku asıl yozlaştıran bu anlayıştır. Hukuk kavramı hukukçu ile ilintili olsa da her yargı işleminin hukuka uygun olduğu kabul edilemez. Bu, bizatihi hukukun kendisine ve asıl amaç olan adalet kavramına aykırı düşen bir yaklaşımdır.
Hesaplaşma
Hukuku içselleştirememiş bir hukukçunun yargıç, savcı ve avukat sıfatı taşıması, yaptığı işlemleri hukuka uygun hale getirmez. Hukuka uygunluk, işlemi yapanın kimliğinden bağımsız bir kavramdır. Yargıç, savcı ve avukatların yanlış karar verme olasılığı her zaman vardır. Önemli olan, yargılamanın diyalektiği içinde üretilecek son kararın "adil" bir karar olmasıdır.
Ayrıca, yargılama sürecinin kendisinin de haksızlık ve hukuksuzluk üretmemesi, yargılama adaletine uyulması gerekir. Bu nedenledir ki, haksız yere bir kişinin hapse girmesindense, bin suçlunun "dışarıda" olması yeğ tutulur.
Oysa hukukun gündemden düşmediği şu günlerde, kimi savcı ve yargıçlar "hukuka" aykırı kararlara imza atmaktan çekinmiyorlar. Hukuku toplumsallığın üretildiği, barış ve uygar ilişkiler ortamı olmaktan çıkartarak, hesaplaşma arenasına çevirdikleri izlenimi veriyorlar. Ortaya çıkan toz duman içerisinde, hukukun kime hizmet ettiği bilinmiyor, giderek meşruluk temeli kayboluyor ve doğal olarak kamusal niteliğini yitiriyor.
Örneğin, tüm yurttaşların dinlenmesine ilişkin bir kararın altına bir yargıç sonucunu düşünmeden imza koyabiliyor; özensizlik o noktaya varıyor ki, kendi meslektaşları için, hatta kendisi için dinleme kararı verdiğinin farkında olmayabiliyor.
İnsanlar, temel hak ve özgürlüklerinden yılları aşan süreyle yoksun bırakılabiliyor. En doğal demokratik hakların kullanılması sanki suç imişçesine, yargı eliyle korku yaratılabiliyor. Hukukun, özgürlük ve barış sağlama işlevi tersine dönerek, toplumsal huzur yok edilebiliyor.
Yargı siyasallaşırsa
Yukarıda örnekleri sayılan ve benzerleri fazlasıyla yaşanan işlemleri "hukuk" olarak kabul etmek ve bunları yaşatanları "hukukçu" olarak tanımlamak elbette mümkün değil. Bütün bu olup bitenler hukuk değilse, ne yapılmak istendiğini sorgulamak gerekmez mi? Böyle bir sorgulama bizi ister istemez, yargının siyasallaştırıldığı sonucuna götürecektir.
Hukuku üstün ve yararlı kılan onun toplumsal işlevidir. Bu işlev, barış ve adaleti gerçekleştirmek, korkusuz, eşitlikçi bir toplum yaratmak amacına yöneliktir. Bu amacın pratik sonuçlarının toplumca görülüp yaşanması gerekir. Hukukun işlev ve sonuçları ise mahkeme kararlarında kendisini gösterir.
Hukuksal gerçekçilik bakımından hukukun işlevini son tahlilde mahkeme/yargıç yerine getirir. Yargı siyasallaşırsa bu işlev yerine gelmez. Bu nedenle, yargıcın önüne gelen olaylarda kamusal vicdanı tatmin eden bir karar vermesi, onun kaçınamayacağı, zorunlu bir görevidir. Bunun doğal sonucu olarak, yargıç kararı keyfilik kaldırmaz, belirsizlik içeremez, kuşku uyandıramaz ve soyut / gerekçesiz olamaz. Yargıçlara yüklenen bu sorumluluk, aynı zamanda hesap verilebilirlik anlamındadır. Çünkü yargıç hukukun üstünde değildir. Hukuk, yargıca karşı da işletilebilir.
Yargıç kararlarının hukuka aykırılığıyla ilgili soruna yargı organı kendi yapısallığı içinde çözüm üretmek ve hukuka aykırı davrananları sistem dışına atmak zorundadır. Böyle bir cesareti bulamayan yargı organı, varlığını yadsımış olur. Bu nedenle yüksek yargı yerleri ve Hâkimler ve Savcılar Yüksek Kurulu kendiliğinden harekete geçmelidir. Kimse bizim yetkimiz yok, görevimiz değil diyerek sorumluluktan kaçamaz. Yargılamanın temel unsuru olan avukatlar ve barolar da "yargı bağımsızdır(!), yargılamanın işine karışılamaz" diyemezler. Halkın hukuk temsilcileri olarak hukuksuzluğa anayasal bir görev olarak müdahale etmelidirler. Çünkü artık apaçık görülüyor ki "bir toplumda bir kişiye yapılmış haksızlık, o toplumun tümüne yöneltilmiş tehdit demektir".