Siyasetçi, tıpkı mermeri heykele dönüştüren sanatçı gibi, her toplumda var olan değişme ve dönüşme potansiyelini kullanan kişi olmalıdır. Bu yeteneği ortaya koyamayan kişi, politikacı olamamalıdır
Ünlü bir heykeltıraş büyükçe bir mermer kaya parçasının başında çalışırken, küçük bir çocuk yanına gelir ve kayanın içerisinde ne aradığını sorar. Ünlü yontucu çocuğun bir süre sonra gelmesini öğütler. Çocuk aynı yere daha sonra gittiğinde, kayanın yerinde çok güzel bir at heykeli olduğunu görür ve hayretle ünlü yontucuya sorar: "Peki amca, siz bu kayanın içerisinde at olduğunu nereden biliyordunuz?" Ünlü sanatçı şöyle yanıtlar çocuğu: "Her maddenin bir dönüşme yeteneği vardır, çocuğum. Ben sadece, mermeri gördüğün bu at heykeline dönüştürdüm."
Toplumların da değişme ve dönüşme yetenekleri olduğu bilinmektedir. Girişteki öyküde sanatçının üstlendiği rolün, toplumsal alanda, siyasetçiler tarafından üstlenilmesi gerektiği düşüncesindeyim. Kanımca, böyle bir göreve soyunacakların, 'politikanın sanatçıları' olmaları gerekmektedir. Nasıl ki, herkes, bir mermer parçasını güzel bir heykele dönüştüremiyor, böyle bir yaratıcılık için 'sanatçı' bir yetenek gerekiyorsa, toplumsal değişim ve dönüşümü gerçekleştireceklerde de belli yetenekler ve özellikler aranmalıdır.
Siyasetin estetiği olmalı
Böyle olursa, mermer parçasından kaba saba bir yontu yerine, izleyenlerinin zevk aldığı bir sanat ürünü yaratmakla; toplumsal davranışları, taraftarlarının haz duyduğu estetik bir coşkuya dönüştürmek, toplumsal iyilik ve güzelliklerin peşinde olmak, değişim karşıtlarının rahatsızlık duymayacağı politik tarzlar geliştirmek, sevginin ve sevincin toplumsal yumağını oluşturmak arasında önemli bir fark kalmayacaktır.
İçinde yaşadığı toplumu tanımak; toplumsal gelişmenin tarihsel ve sosyolojik dinamiklerini öğrenmek; insanı anlamak; bilimin, teknolojinin, iletişimin yeni aşamalarını kavramak; dünyadaki gelişmeleri izlemek; bütün bunların sentezini yaparak sonuçlar çıkarmak; bununla yetinmeyerek, topluma biçim verecek, ufuk açacak öneriler geliştirmek; toplumsal istekler ile ihtiyaçlar arasında denge kuracak bir yönetimi gerçekleştirmek, herkesin başaracağı bir görev değildir. Böyle bir süreç içinde rol üstlenecek politikacıların, belli ölçüde bilimsel ve düşünsel bir birikime gereksinimleri olsa da politikacı bir bilim adamı değildir. Onun asıl ihtiyacı, yaratıcılık, sezgi ve uzgörüdür. Sanatçının yüzü çağlar öncesine değil, çağlar sonrasına dönüktür. Toplumsal değişim ve dönüşümü gerçekleştirmeye soyunmuş politikacıların da bakışlarını geleceğe yöneltmeleri gerekir. Yaratılmış toplumsal değerlerin korunması ile binlerce yıl önceki kurallara, hurafelere bağlılığı karıştırmayan bir ustalıktır bu. Böyle bir sentez, dünü, bugünü ve yarını aynı potada eriten yeni bir tarz yaratabilmekten geçer. Bu nedenle, idare-i maslahatçı bir anlayışın yaratıcı bir politik kişilikle bağdaşması mümkün değildir.
Sanatçı, kendisini yenilemeyi bilen kişidir. Bu nedenle sürekli arayış içerisindedir. Sanatçı yaratıcılığının politik alanda yaşanabilmesi için politikacının kendisini aşma çabası içinde olması gerekir. Böylelikle politika, rakiplerinin hataları, yanlışları ve açıklarını yakalama ve bunun lafazanlığını yapma sığlığından, basitliğinden kurtulur. Yaratıcılığın projelendirildiği, demokratik bir yarışa dönüşür.
İnançlı ve saydam kişilik
Siyasetin sanatçısı, kendine güvenen, içten, inançlı, saydam kişiliklidir. Kafasındaki tilkilerin sayısı ile övünmez. Düşünerek konuşur, düşündüklerini söylemekten çekinmez. Nereye çeksen oraya gidecek bir anlatım yerine, polemiksiz duru bir anlatımı ciddiyet olarak algılar. Başkasının sesi olmaz, kendi sesini duyurmaya çalışır. Kendine güvenenleri utandırmaz. Ustalardan ders almasını bilir ama, taklitçi olmaz.
Politikacı, kamusal bir kimlik taşır, sadece kendisini temsil etmez. Bulunduğu makama katkı yapar, temsil ettiği makamından kişisel yarar ummaz. Çıkmasını da bilir, inmesini de. Bu onu küçültmez. Mücadelecidir ama savaşmaz. Alçakgönüllüdür ama asla alçalmaz. Dürüst, becerikli ve cesurdur, ama bunlarla övünmez.
Politik yaratıcılığı sanatçılığa dönüştürmenin ilk koşulu özveridir. Politikacı, politik tavrını, iş ve meslek olarak algılamamalıdır. Aksi takdirde siyaset bireysel çıkar kavgalarına dönüşür, bu da politikayı, kurnazlık kültürünün bataklığı haline getirir. Sonuçta da, yalan, talan, yağcılık, aldatma, laf ebeliği, ikiyüzlülük, dalkavukluk, yüzsüzlük ürer bu bataklıktan.
Rodin, "Bir kaya parçasını alıyorum; safrayı, posayı, fazlayı atıyorum, geriye heykel kalıyor" demişti. Keşke, bizler de safrayı, posayı, fazlayı atabilsek de geriye temiz bir siyaset kalsa...