Herkese dokunulabilir mi?
Ergenekon soruşturmasının yaydığı korku, düşünce sistemimizde ve hukuksal kavramlarda anlam kaymalarına yol açıyor.
Çünkü korku, eşit yurttaşlık bilincini henüz kazanamamış, dolayısıyla yasal haklarına sahip çıkamayan bir toplumda, ataerkil kulluk travmasını tetikler ve insanlar, çok alışık oldukları "hesabı verilmeyen" zulmün kurbanı olabilecekleri psikolojisine girerler. Üstelik, Türk toplumunun kulluk travmasından haberdar olanlar, korkuyu kamuoyunu sindirmek ve susturmak için kullanırlar. (*)
***
"Soruşturma sürecinde rektör, profesör, yazar ve general gibi saygın unvanlı kişilerin gözaltına alınması, tutuklanması ayrıcalıkların ortadan kalktığı biçiminde yorumlanıyor ve artık herkese 'dokunulabiliyor' olmasına, olumlu bir ifade kazandırılıyor.
Oysa bu durum, demokratik hukuk devleti için en az darbeler kadar tehlike taşımaktadır.
Söylem sinsice yaygınlaştı ve benimsendi: En önemli hukuk kurumlarının başında bulunan hukukçular bile tepkilerini, 'Biz kimseye dokunmayın demiyoruz, tabii ki herkese dokunulabilir,' diye gösterebiliyorlar!
Yanlıştır.
Bu söylem, otoriter ve totaliter nitelikte bir devlet/birey ilişkisini tarif eder. Devletin, isterse yargı yoluyla olsun, kişilere -bazen durup dururken- 'dokunmasını' olağan karşılayan yaklaşım, özgürlükçü hukukun tam karşıtı, sınırlayıcı bir yasallık anlayışıdır.
Bugün tespihli ellerin, silahlı ellere 'dokunması' kimilerinin hoşuna gidebilir. Dün silahlı ellerin ya da külahlı başların dokundukları, bu rövanştan mutlu olabilirler.
Ancak bu tutum, çağdaş hukuk saygısı değil, ilkel bir öç alma duygusudur. Ne özgürlükçü anlayışla, ne eşitlikle, ne de demokrasiyle bağdaşır.
Çünkü hukuk, devletin bireye keyfi olarak dokunması için değil, keyfi olarak dokunamaması için vardır.
Demokratik bir hukuk devletinde dokunmak istisnadır. Eğer, kişilere dokunulması olağanlaştırılırsa, eline olanak verilen otorite, dokunacak birisini bulmakta hiç zorlanmaz.
Bu kişi herkes de olabilir, siz de olabilirsiniz. Zaten korku toplumları da böyle yaratılır ve böyle yayılır.
Tam da bu nedenledir ki, anayasalar kişi hak ve özgürlükleri söz konusu olunca sıkı kurallar koyarlar. Beğenilmeyen, özgürlükler bakımından yetersiz bulunan 1982 Anayasası dahi kişi hak ve özgürlükler bakımından Ergenekon anlayışının çok çok ilerisindedir.
***
Anayasa'nın 12. maddesine göre; herkes, kişiliğine bağlı, DOKUNULMAZ, devredilmez, vazgeçilmez temel hak ve hürriyetlere sahiptir.
Anayasa'nın 13. maddesine göre ise; temel hak ve hürriyetler, ÖZLERİNE DOKUNULMAKSIZIN yalnızca Anayasa'nın ilgili maddelerinde belirtilen sebeplere bağlı olarak ve ancak kanunla sınırlanabilir. Bu sınırlamalar, Anayasa'nın sözüne ve ruhuna, demokratik toplum düzeninin ve laik Cumhuriyetin gereklerine ve ölçülülük ilkesine aykırı olamaz.
Anayasa'nın 14'üncü maddesinin ikinci fıkrasına göre de; Anayasa hükümlerinden hiçbiri, devlete veya kişilere, Anayasa'yla tanınan temel hak ve hürriyetlerin yok edilmesini veya Anayasa'da belirtilenden daha geniş şekilde sınırlandırılmasını amaçlayan bir faaliyette bulunmayı mümkün kılacak şekilde yorumlanamaz.
Anayasanın 17, 19, 20, 21 ve 22'nci maddelerini sıralamak gerekmiyor bile.
Şimdi soruyu yeniden soralım. Anayasa'nın yukarıya alınan hükümleri karşısında, kişilere 'dokunulması' olağan mı, yoksa ayrıksı (istisnai) bir durum mu olmalı?
Ergenekon soruşturması sırasındaki uygulamaların yasalara aykırı olduğu çok yazılıp söylendi, peki, yapılan uygulamalar Anayasa'ya da açıkça aykırı mı, değil mi? Bu uygulamayı yapanlar, anayasal suç işlemiyorlar mı?
Vurgulayarak belirtelim, 'tabii ki herkese dokunulabilir' söylemi yanlış ve tehlikeli bir söylemdir. Söylemin, yasa önünde eşitlik ilkesiyle de hiçbir ilgisi yoktur. Aslolan dokunulmamaktır. Eğer salınan korku hukukçulara dahi bunu söyletiyorsa, bilelim ki, ileride içinden çıkamayacağımız bir dehşete saplanıp kalabiliriz. Bizden söylemesi."
Av. Başar YALTI İstanbul Barosu ve Türkiye Barolar Birliği Disiplin Kurulu Üyesi
MİNE KIRIKKANAT KÖŞESİ
(*) Y. N. Yukarıdaki makaleye, yazarının onayıyla eklenmiş paragraftır.